ESKİŞEHİR ŞEHİR EFSANESİ 1
Halk Edebiyatımızın biricik siması Yunus Emre, çağlar boyunca bu
topraklardan seslenmiştir. Sarıköy’de ekincilikle geçinen ve gayet yoksul olan
Yunus Emre, bir kıtlık yılında buğday istemek üzere, Suluca Karahöyük’te
Hacı-Bektaş Veli Dergahı’na giderken, eli boş gitmemek için dağdan alıç
toplayıp götürür. Geldiğini ve ziyaret sebebini kendisine bildirdiklerinde
Hacıbektaş Veli, adamaları vasıtası ile sordurur:
Hacıbektaş:
- Buğday mı
verelim, nefes mi?
Yunus:
- Nefesi ne yapayım bana buğday gerek.
Hacıbektaş:
- Buğday gerekse verelim. Fakat nefes gerekse getirdiğin alıçın her tanesine
bir nefes verelim.
Yunus:
- Nefes neme gerek, der.
Hünkar bu kez de:
- Buğday gerekse verelim. Fakat nefes gerekse getirdiğin alıçın çekirdeği
başına on nefes verelim.
Yunus bu söze
karşı dayatır. Çoluk çocuğu olduğunu, nefesin onların karnını doyurmayacağını
söyler.
- Ben nefesi
neyleyim? İhsan ederlerse bana buğday versinler, der.
Hünkar’ın emriyle öküzünün götürebileceği kadar buğday yüklenir. Yunus veda
edip yola koyulur, fakat köyden biraz uzaklaşınca aklı başına gelir.
- Eyvah ben
ne olmayacak iş ettim. Bana nasip sundular kabul etmedim. Hem de alıçın her
çekirdeği başına on nefes sundu da kabullenmedim. Buğday bir nice gün sonra
tükenir. Nefes ölünceye dek tükenmez. Geri dönüp erenlerin eşiğine varayım.
Belki bana himmet ettikleri nasibi verirler.
Diyerek dönüp
dergaha gelir. Öküzüne yüklediği buğdayı indirir.
- Erenler
bana himmet ettikleri nasibi versinler, der.
Halifeler bu
hali hünkar’a bildirirler. Hacıbektaş Veli buyurur ki :
- Bundan
artık bu iş burada olmaz. Biz onun kilidi anahtarını Tapduk Emre’ye
verdik.Varsın nasibini ondan alsın.
Yunus tekrar
yola düşüp Sarıköy’e gelir. Araya araya Tapduk Emre’yi bulur. Hünkar’ın selamını
söyler. Tapduk Emre:
- Safa
geldin, kadem getirdin. Olanı biteni biliyoruz. Hizmet et emek yetür, nasibini
al, der.
- Yunus kırk
yıl Tapduk Emre’ye canla başla hizmet eder. Dağdan sırtı ile dergaha odun
taşıya taşıya sırtı kabarır, hatta yara olur. Fakat kimseye bir şey demez.
Tapduk Emre de Yunus’u sever. Bu hal öteki dervişleri kıskandırır. Şeyhin
kızını seviyor da ondan bu derece hizmet ediyor gibi sözler alttan alta
söylenmeğe başlar.
Yunus’ta böyle
bir art düşünce yoktur. Şeyhi de bunu bilir. Bir gün Yunus tekkeye yine odun
getirmiştir. Tapduk Emre sorar:
- Bunlar ne
düzgün odunlar. Yunus dağda eğri odun yok mu?
- Var amma
kapınızdan içeri eğri girmez. Bu kapıya eğri yaraşmaz.
Soru da
cevabı da aslında, o yersiz düşünce ve dedikodulara karşıdır.
Bir gün dağda
hazırladığı odunları sarmağa elindeki kıldan ip yetişmez. Yılanlar gelip
birbirine düğümlenir, boylu boyunca ip gibi uzanırlar. Yunus onlarla odunları
sarıp sırtlar ve Tapduk Emre’nin dergahına getirir. Odunları yere bırakınca
yılanlar çözülür, kaybolup giderler.
Tapduk,
Yunus’un doğruluğunu biliyor, ondan şüphe etmiyordu. Bu gerçeği belirtmek için
Yunus’u konuşturmuştu. Bir gün kardeşler yalancı çıkmasın diye kızını Yunus’a
verdi. Tapduk Emre’nin kızı bilgili, iyi yetişmiş bir kızdı. Ulu mertebelere
ulaşmıştı. O Kur’an okurken akan sular durur, dinlerdi. Yunus: ”Ben bu nimete
layık değilim.” diyerek ömrü boyunca kıza dokunmadı.
Yunus yıllar
yılı şeyhine hizmet etti. Fakat beklediği himmeti bulamadığı ve bulamayacağı
sanısına kapıldı. Kaçıp dağlara düştü. Bir rivayete göre bir mağarada, bir
başka rivayete göre de yolda yedi erle buluştu. Her gece onlardan biri dua
ediyor, ortaya bir sofra yemek geliyordu. Sıra Yunus’a gelince düşündü: diye.
İçinden onlar kimin adını vererek dua etti ise ben de öyle yapayım dedi ve öyle
yaptı. O gece önlerine iki sofra yemek geldi. Erenler şaşırıp sordular:
- Kimin yüzü
suyu hürmetine dua ettin?
Yunus:
- Önce siz söyleyin, dedi.
- Tapduk
Emre’nin kapısında kırk yıl hizmet eden erin yüzü suyu hürmetine dua ederiz.
Yunus bu
cevabı alınca koşa koşa tekkeye dönüp Tapduk Emre’nin karısına sığınır:
- Beni
bağışlat, diye yalvarır.
Ana Bacı :
- Tapduk birazdan sabah namazına abdest almak için kalkar. Kapının eşiğine
yüzükoyun yat uzan, üstüne basınca:
- Bu kim? diye sorar.
Ben:
-Yunus,
derim.
- Hangi Yunus,
diye sorarsa bil ki gönlünden çıktın. Artık buralarda eğlenme, durma git.
- Yok, bizim
Yunus mu, derse ayaklarına kapan kendini bağışlat.
Yunus, Ana
Bacının dediği gibi yapar.
Tapduk’tan:
- Bizim Yunus
mu? Sözünü işitince davranıp ayaklarına kapanır, kendini bağışlatır.
Tapduk
elindeki asayı uzağa doğru fırlatıp atar.
- Git asayı
nerede bulursan oraya yerleş, der.
Yunus yola
çıkar. Asayı Sarıköy’de bulur. Oraya yerleşir. Halkı irşada başlar. Yunus Emre
göçtükten sonra bir gün Molla Kasım adında biri su başına oturmuş Yunus
şiirlerini okuyor, düşüncesine aykırı gelenleri yanan ateşe atıp yakıyormuş. Böylece
bin tanesini yakmış, bin tanesini yel uçurmuş. Bin tanesini de suya atmış.
Geride kalanları okumağa devam ederken:
Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sıygıya çeker bir Molla Kasım gelür
Beyitine
gelince aymış ve Yunus’un mertebesini anlamış. Fakat olan olmuş. Ateşte yanıp
duman halinde göğe ağanlar meleklere, havaya uçanlar kuşlara, suya atılanlar
balıklara gitmiş. Elde kalanlar da ademoğullarına kalmış. Yunus’un şiirlerinden
herkes nasibini almış.
Yine rivayet olunur ki;
Mevlana bir gün yanındakilere:
- Manevi
mertebelerden hangisine vardımsa Türkmen kocasını önde buldum.
Diyerek
Yunus’u övmüş, kadrini yüceltmiş.
ESKİŞEHİR ŞEHİR EFSANESİ 2
Baba İlyas Efsanesi: Şücaeddin-i Veli Horasan’dan geldiği zaman su yokmuş.
Halk suyun olmayışından çok zorluk çekiyormuş. Veli’nin başparmağını soktuğu
yerden sular akmağa başlamış. Buraya Çille Han demişler. Şimdi burada beş
koldan su akmaktadır.
Şücaeddin-i
Veli Hazretleri bir gün dışarı çıkmış. Çimenliğe oturmuş. Yanına bir tabur
asker gelmiş. Aç kaldıklarını söylemişler. Bunu duyan Veli Hazretleri, şimdi
Bal Pınarı olarak anılan yere gitmiş. İki parmağını yere sokmuş. <<Ya Mubarek birinden yağ aksın, birinden
bal>> demiş. Dediği olmuş. Birinciden yağ,
diğerinden bal akmağa başlamış. Gelen tabur karnını doyurup gittikten sonra,
buranın başında kavga olmasın diye << Ya
Mubarek su ol>> demiş. İşte o zamandan beri
buradan su akar.
Kenara
çekilmiş. Altına bir post yaymış oturmuş. “Bunun altından çıkan arpaları
askerin atları yesin” demiş. Bir de baksalar ki bir yılan ağzından arpa akıyor.
Yüzlerce hayvan yemiş, bitirivermiş. Sonra arpalarda ortadan kaybolmuş.
Balpınarı
yanında bir su vardır. Veli “Bu su hastalara şifa olsun” demiş. Şifa olmuş.
Suyun adı Sıtma Suyu kalmış.
Şücaeddin-i
Veli gelen bir tabur askere iki tencere yemek kaynatıyormuş. Altında ise iki
mum yanıyormuş. Bir taburla gelen Mürüvvet Ali Paşa bu duruma kızmış. “Bu kadar
yemek hangimize yetecek” diye söylenmiş. O zaman Veli “Yettirecek ben değil
miyim? “ karşılığını vermiş.Askerden et isteyene et, pilav isteyene pilav
vermiş. Böylece askeri doyurmuş. Bu duruma hayret eden Mürüvvet Ali Paşa
Şücaeddin-i Veli’nin elini öperek ayrılmış.
Bu ayrılıştan
kısa bir süre sonra Paşayı ve ordusunu düşmanları bir kulede sıkıştırmışlar.
Önü düşman, arkası ise uçurum imiş. Paşa çaresiz kalınca, atını uçuruma sürmüş.
Kaleden onu salimen yere indiren Şücaeddin-i Veli’nin eli imiş. Elini öperken
parmağında gördüğü yüzüğünden tanımış.
Paşa görevini
yaptıktan sonra Veli’nin yanına gelmiş. Veli’ye şükranlarını “Senin mezarını
altın ve gümüşten yaptırsam azdır.” şeklinde belirtmiş. Paşa ölünceye kadar
Veli’nin yanında kalmış. Veli ölünce onun türbesini ve mezarını yaptırmış.
Türbe bir sıra sarı taş(altın), bir sıra beyaz taş(gümüş) tır. Kendi mezarı da
Veli’nin yanındadır. Veli’nin yüceliğine izafeten türbesi büyük olarak
yapılmıştır.
ESKİŞEHİR ŞEHİR EFSANESİ 3
Lületaşı
Efsanesi Efsaneye göre lületaşını ilk bulan ve bu taşın yer altı yolunu ilk
ortaya çıkarının bir köstebek olduğu söylenir. Anlatılan efsane şöyledir:
Bir gün genç bir çoban bölgenin Karatepe yöresindeki köylerine gitmektedir.
Genç çoban yorgun düşer, acıkır, oturur; azığını çıkarıp yemeğini yemeye
başlar. O sırada, topraktaki bir delikten bir canlının aktaş toprakları yüzeye
çıkarmaya çalıştığını görür. Çoban bunlardan birine eline alır ve çakısıyla
yontmaya başlar. İlk çakı darbesiyle taş birdenbire ayın on dördü gibi güzel
bir kız oluverir. Kız dile gelir ve "Ah insanoğlu bana kıymasaydın!"
diye bağırarak köstebeğin açtığı delikten içeri girip kaybolur. Delikanlı da
kızın ardından başlar deliği eşelemeye. Günler geçer delikanlıdan haber
alınamaz. Delikanlıyı arayan köylüler yerin yedi kat altında bu daracık kuyuda
boğulmuş olarak bulurlar. Elinde sıkı sıkı tuttuğu ak taşları ile birlikte
avuçlarında sımsıkı tuttuğu bir parça lületaşı varmış. O günden beri her
lületaşı parçasında, çobanın ölümüne sürüklendiği sevdanın izlerini görmüş
köylüler.
Lületaşı
işleyenler için bu efsanenin anlamı büyük. Lületaşını yedi kat yerin dibinden
çıkaran köstebeği, sanatlarının öncüsü ve pirleri olarak kabul ediyorlar.
ESKİŞEHİR ŞEHİR EFSANESİ 4
Seyit Battal Gazi'ye
ilişkin Efsane
Seyit Battal Gazi'nin babası Hüseyin Gazi bir gece düşünde Cafer adlı bir
yiğit görür. Pehlivanlıkta Hamza, Heybette Ali, Adalette Ömer gibi olan Cafer
Hızır'ın atını ,Hz.Davut'ın zırhını, Hz.Ömer'in süngüsünü taşımaktadır. Hüseyin
gazi bu yiğidin kimliğini çok merak eder. Bir başka gece düşünde ,bu yiğidin
onun oğlu olacağı ,Rum diyarını baştan sona Müslüman edeceği müjdesi verilir.
Hüseyin Gazi bir süre sonra doğan oğluna Cafer adını verir. Cafer çok küçükken
babası bir savaşta ölür. Cafer büyür, yiğit bir delikanlı olur. Bir gün
babasından kalanları ister. Bunları alabilmesi için "Kafirler ülkesini
müslüman etmesi gerektiği "söylenir.
Böylece Cafer su olur akar, yel olur eser, tek başına ordular kurar, gelip geçtiği
her yerde adını duyurur, dinini yayar. Adı Halk arasında Seyit Battal Gazi
olarak anılır. Seyitliği Peygamberin soyuna, Gaziliği savaşlardaki yiğitliğine
ve aldığı sayısız yaraya, Battallığı görülmemiş gücüne ve heybetine dayanır.
İnanışa göre Seyyit Battal Gazi Peygamberimizin isteği ve müjdesiyle Anadolu'ya
gönderilmiştir.
Bir gün Peygamber'in huzurunda Rum diyarının güzelliğinden söz edilir. Peygamber'in
hatırı Rum'a meyleder. O zaman Cebrail gelir. Tanrı Katı'ndan selam getirir ve
İki yüzyıl sonra Cafer adında bir yiğidin Rum diyarını fethederek müslüman
ülkesine katacağını müjdeler.
Yine bir efsaneye göre Emevi ordusuyla Bizans ordusu Eskişehir Afyon Konya
dolaylarında bir savaşa tutulur Seyit Battal Gazi'nin de aralarında bulunduğu
Emevi ordusu zor durumda kalır ve çekilmeye başlar. Tekke Bayırı'nda
Bizanslılar la karşılaşırlar. Yanlız durum gereği tüm askerlere Battal'ın
askerilerin aralarında bulunduğu yayılması istenir. Savaşırken bir asker
"Medet Ya Seyit Battal Gazi" diye seslenir. Bunun üzerine Bizans
ordusunda dağılma belirtileri başlar.Bir süre sonra toplanıp saldırıya
geçerler. Battal Gazi yaralanır ve bir mağaraya doğru çekilmeye başlar.Bu sırada bir el ona yardım eder ve onu mağaraya sokar.
Efsaneye göre bu bir kral kızı'dır.Battal Gazi'ye vurgundur.Yaralanınca onu
izler,mağarayı bulmasını sağlar.Battal Gazi yere düşer onun bu durumuna çok
üzülen kral kızı da orada üzüntüsünden üzerine kapanarak ölür.Mağaraya giren
Bizanslılar onları bu halde görür Bizans Hükümdarı Battal'ın son isteğini
sorar.Battal tutsaklarca İslam dini gereğince toprağa verilmesini ister ve
ölür.
yıllar sonra Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubad'ın annesi rüyasında Battal'ı
görür ve ona mezarını ziyaret etmesini ve oraya bir türbe (Mesihiye kalesi)
yaptırmasını söyler.Bunun üzerine yollara düşer.Bu sırada Mesihiye'de
koyunlarını otlatmakta olan Kutluca Çoban koyunlarının belli bir yere
geldiklerinde toprağa basmak istemediklerini görür. Bunları bir kaç gün izler
ama hep aynı durum ortaya çıkar.Bir gece ağaç altında dinlenirken oraya nur
indiğini görür.Gördüklerini Mesihiye Beyi'ne anlatır,o da orayı bir duvarla
çevirir.
Bu sırada Ümmühan Hatun'da Mesihiye Kalesine varmıştır. Çevrede ziyaret yeri
olup olmadığını araştırır Bey'de Kutluca Çoban'ın anlattıklarını, anlatır. Hatun
Kutluca Çoban'ı bulur ve bir de onu dinler. Eğer doğruysa aynı rüyayı görmesi
için Tanrı'ya yakarır. Rüyayı görünce Türbeyi yapmaya karar verir. Söylenceye
göre Ümmühan Hatun tek Küpesini türbe yapımında gerekebilir diye demir bir kutu
içinde direklerin biri altına gömdürür.