Şehir Efsaneleri

30 Aralık 2019 Pazartesi


Amazonlar
Amazonlar M.Ö.1200 yıllarına yaşamış efsanevi kadın savaşçılardır. Thermodon (Terme Çayı) kıyısında kurmuş oldukları Themiskyra kentinde yaşamışlardır.
Oklarının yaylarını iyi çekebilmeleri için kadınların çocukken sağ memelerini kestiklerini ve bundan dolayı kendilerine "memesiz" demek olan "Amozon" adının verildiği söylenir.
Yunan mitolojisinde Amazonlardan savaş tanrısı Ares ile iyiliksever Harmonia'nın (Afrodit) çocukları olarak bahsedilir. Göçebeliğin hakim olduğu avcı ve toplayıcı yaşam tarzından yerleşik hayata geçilmesi ve tarımın başlamasıyla ortaya çıkan artı ürün toplumlara bolluk ve bereketi getirmiştir. Bereket ise, kadınla simgelenmiş böylece Bereket Tanrıçası Kybele ortaya çıkmıştır.
Yerleşik hayata geçiş kadınların toplumdaki yerini etkilemiş, kadının saygınlığı ve etkinliğini arttırmıştır. Kadın statüsünün yükselmesi zaman içerisinde bazı toplumlarda ana erkil yaşam tarzını doğurmuştur.


Tomara Şelalesinin efsanesi: 
Tomara şelalesiyle ilgili yörede anlatılan efsane şöyle: “Seydibaba Köyü çobanı, kendi kendine sürüyü otlatıyormuş. Öğlen saatlerinde sürüyü götürüp ıssız yerde yatırıp, abdestini alır, namazını kılarmış. Köylü, sürüyü susuz bırakıyor diye çobanı, dava etmiş. Bir gün, çobanı gizlice takip etmişler. Tam öğle zamanı çoban yine sürüyü aynı ıssız yere indirmiş. Elindeki değneğini toprağa vurmuş. Çıkan sudan kendisi abdest alıp namazını kılmış, sürü de suyunu içmiş. Çoban namazını kıldıktan sonra bakmış ki köylü kendini seyrediyor. Buna çok kızan çoban kavalını bir tarafa, bıçağının kılıfını bir tarafa savurmuş. Biri düşmüş Tomara Şelalesi’ne, diğeri de Çamoluk ilçesinin Mindaval köyüne. Kaval ile bıçağın kınının düştüğü yerden sular fışkırmış. Kırk ayrı yerden su çıkan Tomara Şelalesi’nin diğer bir adı da ‘Kırk Gözeler’ olarak günümüze kadar gelmiştir.” 

Sabancı Baba Söylencesi(Sakarya)


Sabancı Baba Söylencesi
Bir zamanlar Sapanca gölünün yerinde, verimli topraklar, bu toprakların üzerinde de zengin, varlıklı bir kasaba varmış. Kasaba halkı zenginmiş, varlıklıymış ama gözlerini dünya malı bürümüş, bencillik ve cimrilik ruhlarını karartmış. Bir gün, Adapazarı’nın güneyindeki Erenler tepesinde oturan, gözünü dünyaya kapamış, gönlünü aşk ve sevgiyle doldurmuş erenlerden Eren Dede, bu kasabaya inmiş. Selam vermiş, selamını almamışlar, konuk olmak istemiş, kimse “buyurun” dememiş, hangi kapıyı çaldıysa yüzüne kapanmış. Bu fakir, fakat gönlü zengin dervişe bir bardak içecek su bile vermemişler. Derviş gönlü bu, bir kırıldı mı onarılmaz, onarılsa da faydası olmaz. Akşama değin yorgun-argın, aç-susuz kasabayı terk ederken, ötelerde küçük bir kulübeden sızan mum ışığına doğru yönelmiş, bir de bu kapıyı çalayım, belki bir gönül yoldaşı bulurum diye düşünmüş. Bu, kasaba halkına sapan yaparak geçimini sağlayan fakir bir sapancının iş yeriymiş. Kapıyı çalmış, az sonra sapancı güler yüzle konuğuna açmış kapıyı: “Buyurun, hoş geldin, safa geldin. Ocaktan tencereyi şimdi indirdim. Bir konuk göndermesi için Tanrı’ya niyaz ediyordum” demiş. Derviş memnun, başköşeye oturmuş. Sapancı sofrayı kurmuş, nesi var, nesi yoksa dervişin önüne getirmiş. Yemekten sonra, içi talaş dolu yatağını sermiş, konuğunu yatırmış. Sabah, erkenden kalkmışlar. Derviş, Sapancı’dan izin istemiş, Sapancı da onu karşıdaki tepelere kadar uğurlamış. Dönüşünde bir de ne görsün. Kasabanın yerinde koca bir göl var. Ne ev-bark kalmış, ne tarla-tapan. Koca göl, hepsini bir anda yutuvermiş. Kendisinden başka hayatta kimsecikler yok. Dervişin ahı tutmuş, kırılan bir gönül, bir kasabaya mal olmuş. O günden sonra, bu koca göle “Sapanca” adını vermişler. 

29 Aralık 2019 Pazar

Akıncılar Mah.Ahmethaşhaş İlkokulu - AFYON KARAHİSAR KALESİ BATTAL GAZİ EFSANESİ(Serpil KOÇAK)


AFYON KARAHİSAR KALESİ BATTAL  GAZİ EFSANESİ(Serpil KOÇAK)

Afyonkarahisar’da 740 yılında öldüğü konusunda tarihçilerin birleştiği Battal Gazi ile yakın arkadaşı Ahmet Tarhan kaleyi kuşatır, içeridekilerin dışarısı ile bütün bağlantılarını keser. Kale komutanı, bunun üzerine Bizans İmparatoru’na haber gönderir ve yüz bin kişilik bir ordu yardım için yola çıkar. Kalenin burçlarından Battal Gazi’yi görerek aşık olan komutanın güzel kızı Ona bir kötülük gelmemesi için çimler üzerinde uyumakta olan Battal Gazi’ye bağırır, ancak duyuramaz. Sonra bir kağıt yazar, taşa sararak üzerine atar. Battal Gazi, bir iki kıpırdandıktan sonra hareketsiz kalır. Battal Gazi’nin uyanmadığını gören kız telaşlanır, babasına Türklerin komutanının çayırda uyuduğunu söyler ve güya Onu öldürmek için zehirli bir hançer ister. Battal Gazi’nin yanına gelen kız onu ölmüş olarak bulur. Çünkü attığı taş, Battal Gazi’nin kulağına gelmiş ve ölümüne neden olmuştur. Kız üzülür ve hançeri kendi kalbine saplayarak hayatına son verir.




AKINCILAR MAH.AHMETHAŞHAŞ İLKOKULU 
BARTIN ULUKAYA ŞELALESİ ŞEHİR EFSANESİ
 

eskişehir şehir efsanesi


ESKİŞEHİR ŞEHİR EFSANESİ 1
Halk Edebiyatımızın biricik siması Yunus Emre, çağlar boyunca bu topraklardan seslenmiştir. Sarıköy’de ekincilikle geçinen ve gayet yoksul olan Yunus Emre, bir kıtlık yılında buğday istemek üzere, Suluca Karahöyük’te Hacı-Bektaş Veli Dergahı’na giderken, eli boş gitmemek için dağdan alıç toplayıp götürür. Geldiğini ve ziyaret sebebini kendisine bildirdiklerinde Hacıbektaş Veli, adamaları vasıtası ile sordurur:
Hacıbektaş:
- Buğday mı verelim, nefes mi?
Yunus:
- Nefesi ne yapayım bana buğday gerek.
Hacıbektaş:
- Buğday gerekse verelim. Fakat nefes gerekse getirdiğin alıçın her tanesine bir nefes verelim.
Yunus:
- Nefes neme gerek, der.
Hünkar bu kez de:
- Buğday gerekse verelim. Fakat nefes gerekse getirdiğin alıçın çekirdeği başına on nefes verelim.

Yunus bu söze karşı dayatır. Çoluk çocuğu olduğunu, nefesin onların karnını doyurmayacağını söyler.
- Ben nefesi neyleyim? İhsan ederlerse bana buğday versinler, der.

Hünkar’ın emriyle öküzünün götürebileceği kadar buğday yüklenir. Yunus veda edip yola koyulur, fakat köyden biraz uzaklaşınca aklı başına gelir.
- Eyvah ben ne olmayacak iş ettim. Bana nasip sundular kabul etmedim. Hem de alıçın her çekirdeği başına on nefes sundu da kabullenmedim. Buğday bir nice gün sonra tükenir. Nefes ölünceye dek tükenmez. Geri dönüp erenlerin eşiğine varayım. Belki bana himmet ettikleri nasibi verirler.
Diyerek dönüp dergaha gelir. Öküzüne yüklediği buğdayı indirir.
- Erenler bana himmet ettikleri nasibi versinler, der.
Halifeler bu hali hünkar’a bildirirler. Hacıbektaş Veli buyurur ki :
- Bundan artık bu iş burada olmaz. Biz onun kilidi anahtarını Tapduk Emre’ye verdik.Varsın nasibini ondan alsın.
Yunus tekrar yola düşüp Sarıköy’e gelir. Araya araya Tapduk Emre’yi bulur. Hünkar’ın selamını söyler. Tapduk Emre:
- Safa geldin, kadem getirdin. Olanı biteni biliyoruz. Hizmet et emek yetür, nasibini al, der.
- Yunus kırk yıl Tapduk Emre’ye canla başla hizmet eder. Dağdan sırtı ile dergaha odun taşıya taşıya sırtı kabarır, hatta yara olur. Fakat kimseye bir şey demez. Tapduk Emre de Yunus’u sever. Bu hal öteki dervişleri kıskandırır. Şeyhin kızını seviyor da ondan bu derece hizmet ediyor gibi sözler alttan alta söylenmeğe başlar.
Yunus’ta böyle bir art düşünce yoktur. Şeyhi de bunu bilir. Bir gün Yunus tekkeye yine odun getirmiştir. Tapduk Emre sorar:
- Bunlar ne düzgün odunlar. Yunus dağda eğri odun yok mu?
- Var amma kapınızdan içeri eğri girmez. Bu kapıya eğri yaraşmaz.
Soru da cevabı da aslında, o yersiz düşünce ve dedikodulara karşıdır.
Bir gün dağda hazırladığı odunları sarmağa elindeki kıldan ip yetişmez. Yılanlar gelip birbirine düğümlenir, boylu boyunca ip gibi uzanırlar. Yunus onlarla odunları sarıp sırtlar ve Tapduk Emre’nin dergahına getirir. Odunları yere bırakınca yılanlar çözülür, kaybolup giderler.
Tapduk, Yunus’un doğruluğunu biliyor, ondan şüphe etmiyordu. Bu gerçeği belirtmek için Yunus’u konuşturmuştu. Bir gün kardeşler yalancı çıkmasın diye kızını Yunus’a verdi. Tapduk Emre’nin kızı bilgili, iyi yetişmiş bir kızdı. Ulu mertebelere ulaşmıştı. O Kur’an okurken akan sular durur, dinlerdi. Yunus: ”Ben bu nimete layık değilim.” diyerek ömrü boyunca kıza dokunmadı.
Yunus yıllar yılı şeyhine hizmet etti. Fakat beklediği himmeti bulamadığı ve bulamayacağı sanısına kapıldı. Kaçıp dağlara düştü. Bir rivayete göre bir mağarada, bir başka rivayete göre de yolda yedi erle buluştu. Her gece onlardan biri dua ediyor, ortaya bir sofra yemek geliyordu. Sıra Yunus’a gelince düşündü: diye. İçinden onlar kimin adını vererek dua etti ise ben de öyle yapayım dedi ve öyle yaptı. O gece önlerine iki sofra yemek geldi. Erenler şaşırıp sordular:
- Kimin yüzü suyu hürmetine dua ettin?
Yunus:
- Önce siz söyleyin, dedi.
- Tapduk Emre’nin kapısında kırk yıl hizmet eden erin yüzü suyu hürmetine dua ederiz.
Yunus bu cevabı alınca koşa koşa tekkeye dönüp Tapduk Emre’nin karısına sığınır:
- Beni bağışlat, diye yalvarır.
Ana Bacı :
- Tapduk birazdan sabah namazına abdest almak için kalkar. Kapının eşiğine yüzükoyun yat uzan, üstüne basınca:
- Bu kim? diye sorar.
Ben:
-Yunus, derim.
- Hangi Yunus, diye sorarsa bil ki gönlünden çıktın. Artık buralarda eğlenme, durma git.
- Yok, bizim Yunus mu, derse ayaklarına kapan kendini bağışlat.
Yunus, Ana Bacının dediği gibi yapar.
Tapduk’tan:
- Bizim Yunus mu? Sözünü işitince davranıp ayaklarına kapanır, kendini bağışlatır.
Tapduk elindeki asayı uzağa doğru fırlatıp atar.
- Git asayı nerede bulursan oraya yerleş, der.
Yunus yola çıkar. Asayı Sarıköy’de bulur. Oraya yerleşir. Halkı irşada başlar. Yunus Emre göçtükten sonra bir gün Molla Kasım adında biri su başına oturmuş Yunus şiirlerini okuyor, düşüncesine aykırı gelenleri yanan ateşe atıp yakıyormuş. Böylece bin tanesini yakmış, bin tanesini yel uçurmuş. Bin tanesini de suya atmış. Geride kalanları okumağa devam ederken:
Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sıygıya çeker bir Molla Kasım gelür
Beyitine gelince aymış ve Yunus’un mertebesini anlamış. Fakat olan olmuş. Ateşte yanıp duman halinde göğe ağanlar meleklere, havaya uçanlar kuşlara, suya atılanlar balıklara gitmiş. Elde kalanlar da ademoğullarına kalmış. Yunus’un şiirlerinden herkes nasibini almış.
Yine rivayet olunur ki;
Mevlana bir gün yanındakilere:
- Manevi mertebelerden hangisine vardımsa Türkmen kocasını önde buldum.
Diyerek Yunus’u övmüş, kadrini yüceltmiş.


ESKİŞEHİR ŞEHİR EFSANESİ 2

Baba İlyas Efsanesi: Şücaeddin-i Veli Horasan’dan geldiği zaman su yokmuş. Halk suyun olmayışından çok zorluk çekiyormuş. Veli’nin başparmağını soktuğu yerden sular akmağa başlamış. Buraya Çille Han demişler. Şimdi burada beş koldan su akmaktadır.
Şücaeddin-i Veli Hazretleri bir gün dışarı çıkmış. Çimenliğe oturmuş. Yanına bir tabur asker gelmiş. Aç kaldıklarını söylemişler. Bunu duyan Veli Hazretleri, şimdi Bal Pınarı olarak anılan yere gitmiş. İki parmağını yere sokmuş.  <<Ya Mubarek birinden yağ aksın, birinden bal>> demiş. Dediği olmuş. Birinciden yağ, diğerinden bal akmağa başlamış. Gelen tabur karnını doyurup gittikten sonra, buranın başında kavga olmasın diye << Ya Mubarek su ol>>  demiş. İşte o zamandan beri buradan su akar.
Kenara çekilmiş. Altına bir post yaymış oturmuş. “Bunun altından çıkan arpaları askerin atları yesin” demiş. Bir de baksalar ki bir yılan ağzından arpa akıyor. Yüzlerce hayvan yemiş, bitirivermiş. Sonra arpalarda ortadan kaybolmuş.
Balpınarı yanında bir su vardır. Veli “Bu su hastalara şifa olsun” demiş. Şifa olmuş. Suyun adı Sıtma Suyu kalmış.
Şücaeddin-i Veli gelen bir tabur askere iki tencere yemek kaynatıyormuş. Altında ise iki mum yanıyormuş. Bir taburla gelen Mürüvvet Ali Paşa bu duruma kızmış. “Bu kadar yemek hangimize yetecek” diye söylenmiş. O zaman Veli “Yettirecek ben değil miyim? “ karşılığını vermiş.Askerden et isteyene et, pilav isteyene pilav vermiş. Böylece askeri doyurmuş. Bu duruma hayret eden Mürüvvet Ali Paşa Şücaeddin-i Veli’nin elini öperek ayrılmış.
Bu ayrılıştan kısa bir süre sonra Paşayı ve ordusunu düşmanları bir kulede sıkıştırmışlar. Önü düşman, arkası ise uçurum imiş. Paşa çaresiz kalınca, atını uçuruma sürmüş. Kaleden onu salimen yere indiren Şücaeddin-i Veli’nin eli imiş. Elini öperken parmağında gördüğü yüzüğünden tanımış.
Paşa görevini yaptıktan sonra Veli’nin yanına gelmiş. Veli’ye şükranlarını “Senin mezarını altın ve gümüşten yaptırsam azdır.” şeklinde belirtmiş. Paşa ölünceye kadar Veli’nin yanında kalmış. Veli ölünce onun türbesini ve mezarını yaptırmış. Türbe bir sıra sarı taş(altın), bir sıra beyaz taş(gümüş) tır. Kendi mezarı da Veli’nin yanındadır. Veli’nin yüceliğine izafeten türbesi büyük olarak yapılmıştır.


ESKİŞEHİR ŞEHİR EFSANESİ 3

Lületaşı Efsanesi Efsaneye göre lületaşını ilk bulan ve bu taşın yer altı yolunu ilk ortaya çıkarının bir köstebek olduğu söylenir. Anlatılan efsane şöyledir:

Bir gün genç bir çoban bölgenin Karatepe yöresindeki köylerine gitmektedir. Genç çoban yorgun düşer, acıkır, oturur; azığını çıkarıp yemeğini yemeye başlar. O sırada, topraktaki bir delikten bir canlının aktaş toprakları yüzeye çıkarmaya çalıştığını görür. Çoban bunlardan birine eline alır ve çakısıyla yontmaya başlar. İlk çakı darbesiyle taş birdenbire ayın on dördü gibi güzel bir kız oluverir. Kız dile gelir ve "Ah insanoğlu bana kıymasaydın!" diye bağırarak köstebeğin açtığı delikten içeri girip kaybolur. Delikanlı da kızın ardından başlar deliği eşelemeye. Günler geçer delikanlıdan haber alınamaz. Delikanlıyı arayan köylüler yerin yedi kat altında bu daracık kuyuda boğulmuş olarak bulurlar. Elinde sıkı sıkı tuttuğu ak taşları ile birlikte avuçlarında sımsıkı tuttuğu bir parça lületaşı varmış. O günden beri her lületaşı parçasında, çobanın ölümüne sürüklendiği sevdanın izlerini görmüş köylüler.
Lületaşı işleyenler için bu efsanenin anlamı büyük. Lületaşını yedi kat yerin dibinden çıkaran köstebeği, sanatlarının öncüsü ve pirleri olarak kabul ediyorlar.

ESKİŞEHİR ŞEHİR EFSANESİ 4

Seyit Battal Gazi'ye ilişkin Efsane
Seyit Battal Gazi'nin babası Hüseyin Gazi bir gece düşünde Cafer adlı bir yiğit görür. Pehlivanlıkta Hamza, Heybette Ali, Adalette Ömer gibi olan Cafer Hızır'ın atını ,Hz.Davut'ın zırhını, Hz.Ömer'in süngüsünü taşımaktadır. Hüseyin gazi bu yiğidin kimliğini çok merak eder. Bir başka gece düşünde ,bu yiğidin onun oğlu olacağı ,Rum diyarını baştan sona Müslüman edeceği müjdesi verilir.

Hüseyin Gazi bir süre sonra doğan oğluna Cafer adını verir. Cafer çok küçükken babası bir savaşta ölür. Cafer büyür, yiğit bir delikanlı olur. Bir gün babasından kalanları ister. Bunları alabilmesi için "Kafirler ülkesini müslüman etmesi gerektiği "söylenir.

Böylece Cafer su olur akar, yel olur eser, tek başına ordular kurar, gelip geçtiği her yerde adını duyurur, dinini yayar. Adı Halk arasında Seyit Battal Gazi olarak anılır. Seyitliği Peygamberin soyuna, Gaziliği savaşlardaki yiğitliğine ve aldığı sayısız yaraya, Battallığı görülmemiş gücüne ve heybetine dayanır.

İnanışa göre Seyyit Battal Gazi Peygamberimizin isteği ve müjdesiyle Anadolu'ya gönderilmiştir.

Bir gün Peygamber'in huzurunda Rum diyarının güzelliğinden söz edilir. Peygamber'in hatırı Rum'a meyleder. O zaman Cebrail gelir. Tanrı Katı'ndan selam getirir ve İki yüzyıl sonra Cafer adında bir yiğidin Rum diyarını fethederek müslüman ülkesine katacağını müjdeler.

Yine bir efsaneye göre Emevi ordusuyla Bizans ordusu Eskişehir Afyon Konya dolaylarında bir savaşa tutulur Seyit Battal Gazi'nin de aralarında bulunduğu Emevi ordusu zor durumda kalır ve çekilmeye başlar. Tekke Bayırı'nda Bizanslılar la karşılaşırlar. Yanlız durum gereği tüm askerlere Battal'ın askerilerin aralarında bulunduğu yayılması istenir. Savaşırken bir asker "Medet Ya Seyit Battal Gazi" diye seslenir. Bunun üzerine Bizans ordusunda dağılma belirtileri başlar.Bir süre sonra toplanıp saldırıya geçerler. Battal Gazi yaralanır ve bir mağaraya doğru çekilmeye başlar.Bu sırada bir el ona yardım eder ve onu mağaraya sokar.

Efsaneye göre bu bir kral kızı'dır.Battal Gazi'ye vurgundur.Yaralanınca onu izler,mağarayı bulmasını sağlar.Battal Gazi yere düşer onun bu durumuna çok üzülen kral kızı da orada üzüntüsünden üzerine kapanarak ölür.Mağaraya giren Bizanslılar onları bu halde görür Bizans Hükümdarı Battal'ın son isteğini sorar.Battal tutsaklarca İslam dini gereğince toprağa verilmesini ister ve ölür.

yıllar sonra Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubad'ın annesi rüyasında Battal'ı görür ve ona mezarını ziyaret etmesini ve oraya bir türbe (Mesihiye kalesi) yaptırmasını söyler.Bunun üzerine yollara düşer.Bu sırada Mesihiye'de koyunlarını otlatmakta olan Kutluca Çoban koyunlarının belli bir yere geldiklerinde toprağa basmak istemediklerini görür. Bunları bir kaç gün izler ama hep aynı durum ortaya çıkar.Bir gece ağaç altında dinlenirken oraya nur indiğini görür.Gördüklerini Mesihiye Beyi'ne anlatır,o da orayı bir duvarla çevirir.

Bu sırada Ümmühan Hatun'da Mesihiye Kalesine varmıştır. Çevrede ziyaret yeri olup olmadığını araştırır Bey'de Kutluca Çoban'ın anlattıklarını, anlatır. Hatun Kutluca Çoban'ı bulur ve bir de onu dinler. Eğer doğruysa aynı rüyayı görmesi için Tanrı'ya yakarır. Rüyayı görünce Türbeyi yapmaya karar verir. Söylenceye göre Ümmühan Hatun tek Küpesini türbe yapımında gerekebilir diye demir bir kutu içinde direklerin biri altına gömdürür.


81 İlin Şehir Efsaneleri ANKARA HIDIRLIK TEPESİ EFSANESİ


ANKARA HIDIRLIK TEPESİ EFSANESİ
        Ankara kalesinin tam karşısına düşen, Hıdırlık tepe vardır. Bu Hıdırlık tepe yalçın kayalıklardan oluşur ve etrafında çok yüksek uçurumlar vardır. Bu Hıdırlık Tepe için Ankara'da bir efsane anlatılır. Eski zamanlarda Yaşlılıktan kör olmuş bir adam gelini ve oğlu ile yaşıyormuş. Oğlunun karısı babasına bakamayacağını devamlı kocasına söylüyormuş ve bunun için evde devamlı bir huzursuzluk varmış. Kadın kocasına bu adamı evimde istemiyorum, ne yaparsan yap diyormuş, başka bir şey demiyormuş. Bir gece zifiri karanlıkta oğlu babasını yanına almış ve Hıdırlık Tepesine uçurumun kenarına getirmiş. Babası oğluna: Oğlum burası Hıdırlık Tepesinde ki uçurum değil mi diye sormuş? Oğlu şaşırmış ve babasına buranın Hıdırlık tepesi olduğunu nereden bildiğini sormuş. Babası oğluna, bende zamanında yaşlı babamı bu uçurumun kenarına getirip, aşağıya atmıştım, şimdi sıra demek ki bana geldi demiş. Oğlu şöyle bir düşünmüş ve aklından geçen şeyden utanarak ağlamaya başlamış. Kör babasının koluna girmiş ve yol boyunca ondan kendisini af etmesi için yalvarmış. eve geldiklerinde olayı karısına anlatmış. Karısı o geceden sonra bir daha eşine bu konuyu açmamış ve yaşantıları kavgasız gürültüsüz bir şekilde sürüp gitmiş..


                 
                                                                                                            Ayşegül ARSLAN
                                                                                 AKINCILAR MAH.AHMET HAŞHAŞ İ.O
                                                                   

Giresun Hamza Taşı Efsanesi


Hamza Taşı Efsanesi
Hamza Taşı Efsanesi:

Karadeniz’in üzerinde insan yaşamına elverişli tek adası Giresun Adası’dır. Bu ada Gemilerçekeği mahallesinin tam karşısında yer alır. Karadeniz’in üzerinde insan yaşamasına uygun tek adası olan bu adayla ilgili olarak birçok hikâye anlatılmaktadır. Bu hikâyelerden biri de adanın doğusunda bulunan ve hemen hemen bütün Giresunlular tarafından bilinen bir taşla ilgilidir. Memleketimizdeki birçok taş gibi bu taşın da ismiyle ilgili olarak ilginç bir hikâyesi vardır.

Çocukları olmayan bir karı-koca mayıs ayının yedisinde Aksu deresine giderler. Derenin denize döküldüğü yere gelip yedi çift taşı suya atarlar. Orada abdest alıp büyük bir sacayağının üzerinden atlarlar. Sonra bir sandala binip adanın etrafını yedi defa dolaşırlar. Adaya çıkıp orada bulunan bir taşın etrafında da yedi defa dolaşıp oradaki bir suda ellerini yüzlerini yıkarlar. Bu işi de bitirdikten sonra aynı sandalla karaya çıkarlar.

Evlerine gelince Allah’a yalvarırlar, kurban keserler. Duaları kabul olur. Bir yıl geçmeden nur topu gibi bir erkek çocukları olur. Sevince boğulan anne-baba çocuklarının adını Hamza koyarlar.

Kerametin taşta olduğuna inanan halk, çocuğun adından dolayı adadaki bu taşa Hamza Taşı adını verirler. Bugün bile çocuksuz aileler bu taşı ziyaret edip, dualarının kabul olması için Allah’a yalvarırlar.


I.SAHNE
Aliye:Ömer saa bi şey diyecem.
Ömer: Sus,sus Aliye.Biliyom ne diyeceni.Daha varmadığımız gapı mı galdı. Daha uğraşamam ben olmisa olmidur.
Aliye:Ne biliyon ne diyecemi de hemen celallenin.
Ömer:Neymiş de bakim hadi.
Aliye:Bi dene hoca var diilar.Nefesi çok guvvetliymiş.Baa inanmisan Yusuf’a sor.
Ömer:Ne hacısı hocası gafii mi yedin sen?İşimiz hacıya hocaya mı galdı.
II.SAHNE
Aliye:Arife,ikna edemim Ömer’i.
Arife:Ne yapcuk u zaman?Hocaya haber saldım gelsinler dii.
Aliye:Az Yusuf’a söyle de bi de o gonuşsun gözünü sevim.
Arife:Tamam,tamam.Sen meraklanma derim ben Yusuf’a gonuşur ununla.
III.SAHNE
Arife:Yusuf,şu gardaşınla gonuş da Bekir emiye gitmeye ikna et.Aliye çok isti gız napsın tek umudu bu hoca daha aramadığı adam,çalmadığı gapı kalmadı.
Yusuf:Yarın gavede gonuşurum ben ununla.Emme ikna olur mu bilemem.
Arife:Sen ikna edersin unu.Senden başkasını dinlemez.
IV.SAHNE
Yusuf:Selamun aleyküm ahali
Kahvedeki köylüler:Ve aleykümselam.
Yusuf:Nasılsın Horoz Ali?
Ali amca:Eyiyim eyi Deli Yusuf.Sen nassın?
Yusuf:Ben de eyiyim emi. Ömer bu akşam bize gelin saa bi şey diyecem.
Ömer:Hayırdır?Burda de bakim.
Yusuf:Burda ulu orta yerde olmaz.Gel disam gel.
Ömer:Tamam eyi madem gelirük.
V.SAHNE
Ömer:Yav siz gafayı mı yediniz?Olmi işte olmi vermi Allah.  Bıktım hacısından hocasından.
Yusuf:Yav sen bi git hele.Bu sefer de olmazsa söz daha ağzımızı açmicuk.
Aliye:Söz Ömerim bu da son valla billa son.
Arife:Ömer ağabey baksana nasıl üzüli Aliye.Ölür müsün bi kere daha gitseniz.
Ömer:Eyi.Hadi gidelim bakalım.Emme bu da son.Daha beni haburdan horaya götüremezsiniz.
VI.SAHNE
Ömer:Selamun aleykum Bekir Emmi.
Bekir hoca:Ve aleykümselam.Oturin bakim şöle.Havva gızım gel az buraya.
Havva:Buyur baba.Ne istin?
Bekir hoca:Misafirlerimize çay goy.
Havva:Tamam baba.
Bekir hoca:Deyin bakim derdinizi.
Ömer:Bekir emi bizim dört senedir çocumuz olmi.Verici Allah elbette emme senin de duanı istemeye geldük.
Bekir amca:Dur gızım hemen ağlama.Şimdi beni eyi dinlen. Bilinuz şimdi Mayıs yedisi zamanı.Yarın oğlum Hasanla Aksu deresine varın.Bismillah çekip dereye yedi dene daş atın.Sonra Hasan’ın getürdüğü sacın üstünden yedi kere atlayın. Bi dene gayıkla adaya varın. Yedi kere adayı turlayın.Orda bi dene Hamza daşı var yedi kere de etrafında döne gene daşa dokunun. Ben de size dua edecem. Duacı biziz verici yaradan.
Aliye:Allah razı olsun emi.
Ömer:Allah razı olsun.Borcumuz nedür?
Bekir amca:Borcunuz yok.Allah işiyle ticaret olmaz.Duymamış olim.Bi fakir sevindürün yeter.
Havva:Buyrun çaylarınız.
Ömer:Sağol bacım
VII.SAHNE
Hasan:Selamun aleyküm.
Ömer ve Aliye:Aleyküm selam.
Hasan:Önce siz babamın dedüklerini yapın.Sonra haburdan bi gayık kiralayıp gidelim.
Ömer:Tamam gardaşım.
Aliye:Ömerim beşini sen at ikisini ben atim.
Ömer:Tamam bakalım.
Hasan:Sırayla sacın üstünden atlayın.
Ömer:Bu da tamam. Haydin gayıkçı bulalım.
Hasan:Gel şu siyah gavuklu adama bi soralım.
Ömer:Olur gardaşım.
Hasan:Selam emice.
Kayıkçı:Ve aleykümselam.
Ömer:Emice bize gayık lazım adayı turlicuk yedi kere. Bi Hamza daşı varmış adada onu da bulmamız lazım.
Kayıkçı:Olur hallederük. Siz paradan haber verin.
Ömer:Para sıkıntı değil gardaş. Elinin emeğini verürük.
VIII.SAHNE

Ömer:Sağol gardaşım seni de yorduk.
Hasan :Olur mu hiç gardaş.
Ömer:Var mı bi isten arzun?
Hasan:Yok sağolasın bi oğlun olur da adını Hasan goyarsan  ödeşirük.
Ömer:Çocuk olsun da adını ne istisan goyaruk.
IX. SAHNE
2 AY SONRA..
Aliye:Ömer gendimi hiç eyi hissetmim.
Ömer:Noldu Aliye hayırdur?
Aliye:Bilmim midem çok bulani.Beni bugün dokdura bi götürsene.1 haftadır böyle.
Ömer:Tamam giderük.
X.SAHNE
Ebe:Gözünüzaydın.Hamilesin Aliye hanım.
Aliye:Uyyy sen ne din İpek hemşire.Essah mı diin?
Ömer:Ey gidi Hamza daşı,ey gidi Yüce Rabbim gurban olduğum Rabbim şükürler olsun.


27 Aralık 2019 Cuma

UYUZ PINARI EFSANESİ SIDDIK KÜÇÜKKEMİKSİZ YAŞAR GÖLCÜ İLKOKULU K.MARAŞ

                                                 UYUZ PINARI EFSANESİ                                                                                           Romalılardan bu yana kullanılan bir çeşmedir. Efsaneye göre cüzzam,uyuz ve birçok                         deri hastalığına iyi geldiği söylenmektedir.                                                                                                    Bu çeşmede tılsımlı bir tas olduğuna inanılmaktadır. Cüzzam ve uyuz olmuş                            insanların   bu tılsımlı tas ile pınardan üç kez yıkandığında bu hastalıklardan                                            kurtulduğu söylenmektedir. Günümüzde hala şifa amaçlı kullanılmaktadır.   

                                                                                     


26 Aralık 2019 Perşembe

Kırklareli Bilim Sanat Merkezi / Kaynarca Efsanesi

KAYNARCA EFSANESİ
Bir zamanlar Tuna boyunda sürüsünü otlatan bir çoban, mor koçu başka tarlaya kaçınca koçu çağırır. Tarla ırmağa çok yakındır. Seslenir, çağırır, mor koçu döndüremez. Kırlarda; kendi bıçağı ile nakışladığı, özenle işlediği hiç elinden bırakmadığı bir değneği vardır. Koç geri gelmeyince öfke ile değneğini mor koça fırlatır. Hayvan tarladan çıkar ama çobanın değneği de Tuna Nehri‘ne düşer. Düşünce de nehir değneği alıp götürür.
Değneğinin nehre düşmesine çok üzülen çoban, değneği arar ama bir türlü değneğini bulamaz. Aradan yıllar geçer. Göçmen olarak Türkiye’ye gelen çoban, bir gün Kaynarca’dan geçerken Kaynarca Deresi’ne yakın bir kahvenin kapısında asılı bir değnek görür. Gözlerine inanamayan çoban yaklaşır ve değneği heyecanla inceler. Değnek yıllar önce Tuna Nehri’nde kaybolan değneğidir.
Ona bakan meraklı gözlere, değneğin kendisine ait olduğunu iddia etse de kimseyi inandıramaz. ”Biz onu Kaynarca Deresi’nin içinde yüzerken bulduk, nasıl olur?” derler. Çoban da değneğin bir ucundaki burgulu boşluğa patronundan aldığı altınları yerleştirdiğini söyler. Burgulu yeri açar ve altınlarına kavuşur.

.YAMAÇTAKİ EJDERHA EFSANESİ - SİVAS

Sivas'a bağlı Çaygören ve Küpecik köyleri arasındaki yolun kenarında bir tepenin üzerinde ejderhaya benzeyen kayalıklar vardır. Bu kayalıklar hakkında anlatılan efsane ise şöyledir:


Çok eskiden bu köyde yaşayan bir karı-koca, sabah tarlaya giderler. Adam öküz ile tarlasını sürerken tepeden bir ejderhanın geldiğini görür.
Çok korkan adam, hemen diz çöküp Allah’a yalvarır: 'Ey Allah’ım, bu musibeti başımızdan al, ben de Yüce Rabbim sana şu kocaman öküzü kurban edeyim' der. O anda ejderha taşa dönüşür ve karı-koca sağ salim evlerine döner. Ancak öküzünü kurban etmez ve ertesi gün tarlaya çalışmaya iner. Derken bir gürültü kopar, dün taş kesilen ejderha canlanır ve tekrar karı-kocaya doğru gelmeye başlar. Ejderhanın sesinden ve gürültüsünden her yer toz duman olur. Kadın kocasına döner ve sinirlenerek 'Dün sen öküzün birini kurban edecektin, sonra da etlerini alıp pay ederek tüm köylülere dağıtmaya gidecektin. Şimdi öküzü şuracıkta kendi elimle keseceğim’ deyip bıçağı kapar. ‘Sarı öküzü kurban edip köye dağıtacağım’ der ve öyle de yapar.
Öküz kurban edilince tozlar dağılır ve ejderha ikinci kez taşa dönüşür.
Rivayete göre ejderhanın burun deliklerinin birinden su, diğerinden ise çok eskiden zehir gibi bir sıvı sızıp kötü kokarmış. Bu zehrin kurbanı hemen kesmedikleri için sızdığı söylenir.
Bu yere yamaçta duran eskiden taş olmuş ejderha denir.
Zehrin sızdığını gören kimse artık yoktur, suyun aktığını gören insanlar ise çoktur.
Son dönemlerde ejderhanın baş kısmı tahrip olup bozulmuş, ejderhanın burnundan sızan su da zehir gibi kurumuştur.

25 Aralık 2019 Çarşamba

YALOVA EFSANESİ

 YALOVA EFSANESİ
İstanbul Tekfuru Yanko’nun Kızı Eleni’nin İyileşmesi
İstanbul Tekfuru Yanko’nun kızı Eleni iyileşmez bir hastalığa yakalanır. Hekimler, bilginler Tekfura gelerek kızının iyileşmeyeceğini söylemişler. Tekfur buna çok üzülmüş. Günden güne çirkinleşen, zayıflayan güzel Eleni de insanlardan kaçıyor, günlerce tek başına odasına kapanıyormuş. Tekfur kızının da isteği üzerine Eleni’yi Termal’e yollar ve orada insanlardan uzak ölümü beklemeye başlar. Eleni bir gün yaralı bir ceylan görmüş ve kaplıcanın suyundan içiyormuş. Bu olaya her gün şahit olmuş görmüş ki ceylan iyileşmiş. Eleni sevinerek aynı şekilde kendisi de kaplıcanın suyunda yıkanmaya başlamış ve artık Eleni iyileşmiştir. Tekfur gelip kızını görünce dünyalar onun olmuş ve kaplıcaların değeri de gittikçe artmış.

24 Aralık 2019 Salı

FERHAT İLE ŞİRİN
  • Ferhat nakkaşlık yapan, ’e sevdalı yiğit bir delikanlıdır. Saraylar süsler, fırçasından dökülen zarafetin ’e olan duygularının ifadesi olduğu söylenir.

Amasya Sultanı Mehmene Banu’ya, kız kardeşi Şirin için, dünürcü gönderir Ferhat. Sultan; Şirin’i vermek istemediği için olmayacak bir iş ister delikanlıdan. “ Şehir’e suyu getir, Şirin’i vereyim” der, demesine de su, Şahinkayası denen uzak mı uzak bir yerdedir.
Ferhat’ın gönlündeki Şirin aşkı bu zorluğu dinler mi? Alır külüngü eline, vurur kayaların böğrüne böğrüne. Kayalar yarılır, yol verir suya. Zaman geçtikçe açılan kayalardan gelen suyun sesi işitilir sanki şehirde.Mehmene Banu, bakar ki kız kardeşi elden gidecek, sinsice planlar kurarak bir cadı buldurur, yollar Ferhat’a. Su kanallarını takip edip, külüngün sesini dinleyerek Ferhat’a ulaşır. Ferhat’ın dağları delen külüngünün sesi cadıyı korkutur korkutmasına da, acı acı güler sonra da. “Ne vurursan kayalara böyle hırsla, Şirin’in öldü. Bak sana helvasını getirdim” der. Ferhat bu sözlerle beyninden vurulmuşa döner. “Şirin yoksa dünyada yaşamak bana haramdır” der. Elindeki külüngü fırlatır havaya, külüng gelir başının üzerine bütün ağırlığıyla oturur. Ferhat’ın başı döner, dünyası yıkılmıştır zaten “ŞİRİN !” seslenişleri yankılanır kayalarda.
Ferhat’ın öldüğünü duyan Şirin, koşar kayalıklara bakar ki Ferhat cansız yatıyor. Atar kendini kayalıklardan aşağıya. Cansız vücudu uzanır Ferhat’ın yanına.
Su gelmiştir, akar bütün coşkusuyla, ama iki seven genç yoktur artık bu dünyada. İkisini de gömerler yan yana. Her mevsim iki mezarda da birer gül bitermiş, sevenlerin anısına, ama iki mezar arasında bir de kara çalı çıkarmış. iki sevgiliyi, iki gülü ayırmak için.
————–
Doğuda Ferhat dağı, batıda Kırklar dağı; ikisinin arasından Yeşilırmak, yeşil yeşil süzülür, gider. Yamaçlarda Amasya’nın birbirinden güzel evleri.
Buradaki dağa adını veren Ferhat, hepinizin bildiği “Ferhat – Şirin” hikayesinin kahramanıdır. Ferhat’ın da bir yüreği vardır. Bu yürek alev alev Şirin için yanmaktadır. Amasya beyinin güzel kızı Şirin, onun yüreğini ateşlemiş, bu ateş bir yangın olmuş. Gel gör ki beyin bir şartı var, kimseler yerine getiremez. Bey demiş bir kere:
– Dağın ötesindeki suyu şehre akıtacak yiğite vereceğim kızım Şirin‘i…
Tek başına koca bir dağ yarılır mı? Yarılır. Ferhat gibi aşık olan yarar bu dağı. Bu aşk dağı da yarar, göğü de yere indirir. Almış balyozu eline Ferhat, çıkmış Şahinkaya’ya. Vurdukça ferahlamış, taşlar bileklerinde erimiş. Kocaman kayalar küçülmüş, Yeşilırmak akmış, Kaynar Havuz akmış Amasya’ya. Ferhat’ın alın teri gibi akmış sular şehre. Böylece iş bitmiş, Şirin’ine kavuşmuş mu? Hayır. Kötülükler onu da bulmuş. Şirin’in öldüğü haberini vermişler, suların şehre doğru çağıldadığı gün. Bağrındaki yangının bu sular söndüremez. Atmış havaya elindeki kırk okkalık demir külüngü, düşürmüş başı üzerine. Hemen orada can vermiş Ferhat’cık. Bu acıklı olay unutulur mu hiç? Amasyalılar bu dağa Ferhat demiş, onun dağ gibi derdiyle dertlenmişler yıllarca.
Bir de  anlatırlar bu sular üstüne. Amasya’nın Güllübağlarına akan ırmağın kaynağına azılı bir ejder oturmuş, suyu kesmiş bir zamanlar. Bağlar kurumuş, şehir susuzluktan kırılmağa başlamış. Amasyalılar, bakmışlar olacak gibi değil, ejderle de başa çıkmak her babayiğidin işi değil, düşünüp taşınmışlar, bir çare bulmuşlar. Ejderi çatlatıp öldürmek.
Ertesi gün semizce bir katıra, iki çuval tuz yüklemişler, sürmüşler ejdere. Azılı ejder, bir nefeste katırı, sırtındaki çuvallarla birlikte yutuvermiş. Birkaç saat sonra tuzun verdiği hararetle başlamış ırmağın suyunu çekmeğe. Çektikçe şişmiş, dağ gibi olmuş. Az sonra da çatlayıp ölmüş. Amasya da bu felaketten böylece kurtulmuş.
Amasya adına gelince, Milattan önce Birinci Yüzyılda Amasya’da doğan tanınmış tarih- coğrafya bilgini Stırabon’a göre, şehri ilk kuranlar Amazonlar’dır. Amazon kraliçesi Amasis, Karadeniz kıyılarından aşağı inmiş, Amasya’nın bulunduğu yeri beğenerek bir şehir kurmuş, adına ” Amasis şehri” demek olan “Amaseia” demişler. Bir söylentiye göre de, bir zamanlar buradaki dağlarda elmas madeni işletilirmiş, bundan dolayı şehre “Elmasiye” denmiş, bu ad zamanla Amasya olmuş. Şehrin adının Amasya’yı fetheden Danişmend Ahmed Gazi’nin karısı “Ümmü Asiye” den geldiğini, Ümmü Asiye’nin Amasya’da oturduğunu söyleyenler var. Fakat, Amasya, Danişmend Gazi’nin burayı fethinden önce de ““Amasea” adıyla tanınan, bilinen bir şehirdir.