Sabancı Baba Söylencesi
Bir zamanlar Sapanca
gölünün yerinde, verimli topraklar, bu toprakların üzerinde de zengin, varlıklı
bir kasaba varmış. Kasaba halkı zenginmiş, varlıklıymış ama gözlerini dünya
malı bürümüş, bencillik ve cimrilik ruhlarını karartmış. Bir gün, Adapazarı’nın
güneyindeki Erenler tepesinde oturan, gözünü dünyaya kapamış, gönlünü aşk ve
sevgiyle doldurmuş erenlerden Eren Dede, bu kasabaya inmiş. Selam vermiş,
selamını almamışlar, konuk olmak istemiş, kimse “buyurun” dememiş, hangi kapıyı
çaldıysa yüzüne kapanmış. Bu fakir, fakat gönlü zengin dervişe bir bardak
içecek su bile vermemişler. Derviş gönlü bu, bir kırıldı mı onarılmaz, onarılsa
da faydası olmaz. Akşama değin yorgun-argın, aç-susuz kasabayı terk ederken,
ötelerde küçük bir kulübeden sızan mum ışığına doğru yönelmiş, bir de bu kapıyı
çalayım, belki bir gönül yoldaşı bulurum diye düşünmüş. Bu, kasaba halkına
sapan yaparak geçimini sağlayan fakir bir sapancının iş yeriymiş. Kapıyı
çalmış, az sonra sapancı güler yüzle konuğuna açmış kapıyı: “Buyurun, hoş geldin,
safa geldin. Ocaktan tencereyi şimdi indirdim. Bir konuk göndermesi için
Tanrı’ya niyaz ediyordum” demiş. Derviş memnun, başköşeye oturmuş. Sapancı
sofrayı kurmuş, nesi var, nesi yoksa dervişin önüne getirmiş. Yemekten sonra,
içi talaş dolu yatağını sermiş, konuğunu yatırmış. Sabah, erkenden kalkmışlar.
Derviş, Sapancı’dan izin istemiş, Sapancı da onu karşıdaki tepelere kadar
uğurlamış. Dönüşünde bir de ne görsün. Kasabanın yerinde koca bir göl var. Ne
ev-bark kalmış, ne tarla-tapan. Koca göl, hepsini bir anda yutuvermiş.
Kendisinden başka hayatta kimsecikler yok. Dervişin ahı tutmuş, kırılan bir
gönül, bir kasabaya mal olmuş. O günden sonra, bu koca göle “Sapanca” adını
vermişler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder