Şehir Efsaneleri

13 Ocak 2020 Pazartesi




FATİH SULTAN MEHMET VE HOŞOĞLAN DESTANI



    Fatih Sultan Mehmet’in orduları,Trabzon önlerine gelmişti.Pontus Kralı Davit, Fatih’e karşı Trabzon’u kurtarmalıydı. Düşündü,taşındı,kararını verdi. Fatih’e bir heyet gönderdi, şu teklifi yaptı:



        -Şehrin dışında ve sahilde Ayasofya Kilisesi ile kule arasında kalan bir zincir var.Bu zincir,kırk defa atılacak top güllesi ile koparılırsa,şehri teslim edeceğim,yok eğer koparılamazsa,Fatih ordularını geri çeksin.

Heyet başkanı bunları söyledikten sonra şu sözleri de ilave,  etti.

-Devletlu Sultan topçularına her zaman güvendiği için  bu teklifimizi  elbette kabul edecektir.

Fatih Sultan Mehmet,kendisinin ve ordusunun gururuna hitap eden bu teklifi kabul etti.Haber Trabzon-Pontus Kralına ulaştırıldığı zaman ,Davit:

-Kurtulduk:Gözle dahi görülemeyen bir zincirin, ta..uzaklardan atılacak top güllesi ile  vurulup koparılmasına imkan yoktur.Zincir koparılamayınca Fatih de sözünde duracak,ordusu ile geri dönecektir.

Derken top atışları başladı.Bir,iki,üç! Fatih,top başında bekliyor,her atılan top boşlukta kayboldukça,üzülüyor ve geriliyordu.39.uncu gülle de atılmış,en nişancı topcular denendiği halde,zincir koparılamamıştı.Fatih son emri verdi.

-Kendine güvenen varsa gelsin top başına! Güvenmek mesele değildi.Bu sonuncu gülle de boşa giderse,kelleyi vermek de vardı.Derin bir süküt oldu.Kimse top başına gelmiyordu.Tam bu sırada birden topun ateşlendiği görüldü.Bir gülle boşluğa uçtu.Kimdi topu ateşleyen ?

Herkes şaşa kalmıştı.Sonunda çelimsiz bir yeniçerinin bu topu ateşleyiverdiği anlaşılmıştı.

Yaka-paça Fatih’in huzuruna getirdiler.Fatih ,hiddetle sordu:

-Sen topçu musun?

-Değilim.

-O halde topu neden ateşledin?

-Zinciri koparmak için  devletlim…

 Fatih ,hiddetten köpürüyordu.Son fırsatı da kaçırmıştı.Haykırdı;

-Tez başını vurun !

 Bir anda bir baş yuvarlandı.Az sonra  da karşı tepelerden bir çığlık yükseldi.

 -Zincir koptu !..Şehir teslim oluyor! Ortalık birbirine karışmıştı.Ordu çığ gibi şehre akıyor,en önde,koltuğunun altında kesik başı bulunan bir yeniçerinin koştuğu  görülüyordu! Bu,biraz önce topu ateşleyen HOŞOĞLAN’ dı. Hoşoğlan,görüldüğünü anlayınca olduğu yere yığılmış kalmıştı.

    Trabzon kalesinde Fatih’in bayrağı dalgalanırken,HOŞOĞLAN’ın mezarı üzerinde de bir türbe yükseliyordu.Destanlarla süslü bir türbe.


8 Ocak 2020 Çarşamba


HERKÜL

Mitolojik bir kahraman olan Herakles, Yunan mitolojisinde bu isim ile anılmakta olup; bunun yanı sıra, Roma mitolojisinde de “Herkül” adı ile bilinmektedir. İngilizce kaynaklarda ise “Hercules” olarak geçmektedir.
Miken kralının kızı Alkmene ile, Tanrıların Kralı Zeusun oğludur. Alkmeneye aşık olan Zeus, kadının kocası şekline bürünerek Alkmeneye yaklaşmıştır. Doğumundan itibaren yarı tanrı bir yapısı bulunan ve tanrısal bir kuvvete sahip olan Herakles, henüz birkaç günlük bebek iken Hera’nın gönderdiği iki zehirli yılanı öldürmeyi başarmıştır. Heraklesin Zeusun oğlu olduğunu anlayan Hera, sürekli olarak Herakles ile uğraşmış ve Onun ölümüne sebep olmuştur.Herakles, dönemine göre oldukça üstün bir eğitim almıştır. Ok atmayı, at sürmeyi ve güreşmeyi kusursuz şekilde icra edebilmiştir. Efsaneye göre, Herakles 18 yaşına geldiğinde, Kitharion ormanlarındaki ünlü canavarı öldürmeyi başarmıştır. Bu nedenle, kendisine ödül olarak, Thebai Kralının kızı Megara verilmiştir. Megara’dan 3 çocuğu olan Heraklesi, Heranın türlü oyunları çıldırtmış ve Herakles çocuklarını ve karısını öldürmüştür. Bu suçundan ve tüm günahlarından arınması adına, Miken Kralı Eurystheus’un hizmetine girmesi ve kralın her istediğini yapması zorunlu kılınmıştır. Miken Kralının Herakles’e yaptırdığı 12 işe, mitolojik kaynaklarda “Herakles’in 12 görevi” ismi verilmiştir.


7 Ocak 2020 Salı

NESRİN BİLGİN - BARTIN ULUKAYA ŞELALESİ EFSANESİ



AŞK ACISI ÇEKENLERİN HÜZNÜ BU ŞELALEDE DİNİYOR

 - BARTIN'DA mitolojik hikayeye göre suyundan içeni, mendilini ıslatanı ve yüzünü yıkayanları aşk acısından arındırdığına inanılan Ulukaya Şelalesi efsanesi.
 - Aşk acısını dindiren şelale şelaleyle ilgili mitolojik hikâyeye göre, geçmişte bölgede yaşayan uzun boylu ve iri vücutlu Selamnos, ormanlık alanda karşılaştığı, çevrede güzelliğiyle ünlü Hera'ya âşık olur. Güneşin ağaçların arasından zor girdiği ve orman güllerinin güzellik kattığı alanlarda aşklarını yaşayan gençler, Hera'nın ailesinin karşı çıkmasına karşın bir süre sonra evlenir. Çiftin evliliğinin ilk yıllarındaki mutluluk, Selamnos'un anlaşılamayan ve uzun süren rahatsızlığı nedeniyle zayıf, çelimsiz ve çirkin hale gelmesiyle bozulmaya başlar. Hera, artık seven değil, eşinden nefret eden kadın haline dönüşerek Selamnos'tan sürekli uzak durur. Eşinin kendisinden nefret etmesine üzülen Selamnos, Ulukaya’nın zirvesine çıkarak Hera'nın ismini haykırıp, kendini boşluğa bırakır. Aşk tanrısı Eros, aşk acısının böyle sonlanmasını istemediğinden Selamnos'un bedenini yere değer değmez, şelaleye dönüştürerek suyu kutsar. Kutsiyete göre, her kim şelaleden su içerse, mendilini ıslatırsa ya da yüzünü yıkarsa selamnos'un acıları azalır, içinde yeni ya da geçmişten kalma aşk acısı yaşayanlar da bundan arınır

SERPİL KOÇAK - AFYON KARAHİSAR KALESİ BATTAL GAZİ EFSANESİ


AFYON KARAHİSAR KALESİ BATTAL GAZİ EFSANESİ(Serpil KOÇAK)
Afyonkarahisar’da 740 yılında öldüğü konusunda tarihçilerin birleştiği Battal Gazi ile yakın arkadaşı Ahmet Tarhan kaleyi kuşatır, içeridekilerin dışarısı ile bütün bağlantılarını keser. Kale komutanı, bunun üzerine Bizans İmparatoru’na haber gönderir ve yüz bin kişilik bir ordu yardım için yola çıkar. Kalenin burçlarından Battal Gazi’yi görerek aşık olan komutanın güzel kızı Ona bir kötülük gelmemesi için çimler üzerinde uyumakta olan Battal Gazi’ye bağırır, ancak duyuramaz. Sonra bir kağıt yazar, taşa sararak üzerine atar. Battal Gazi, bir iki kıpırdandıktan sonra hareketsiz kalır. Battal Gazi’nin uyanmadığını gören kız telaşlanır, babasına Türklerin komutanının çayırda uyuduğunu söyler ve güya Onu öldürmek için zehirli bir hançer ister. Battal Gazi’nin yanına gelen kız onu ölmüş olarak bulur. Çünkü attığı taş, Battal Gazi’nin kulağına gelmiş ve ölümüne neden olmuştur. Kız üzülür ve hançeri kendi kalbine saplayarak hayatına son verir.


ÇANAKKALE EFSANESİ - SEVTAP ER


SEYİT ALİ ONBAŞI:


Çanakkale Savaşları'nda Deniz Savaşları sırasında Seddü'l- bahir açıklarında bulunan düşman gemileri Morto Koyu ile Seddü' l- bahir tepesini sürekli bombardıman altına almışlardı. Türk mukavemeti gittikçe azalıyordu. Kendilerini Allah' ın koruyuculuğuna bırakan Türk birlikleri şehitlik mertebesine ulaşmayı arzu edercesine, kaçmak yerine son gayretleriyle mücadele ediyorlardı.

Bu sırada bir İngiliz gemisinden atılan büyük bir bomba Morto Koyu sırtlarındaki bir topçu birliğimizi toptan imha etti. İçlerinden yalnızca Seyid Ali Çavuş kurtulmuştu. Çavuş etrafındaki manzara karşısında duyduğu ızdırap ile dünyada eşine az rastlanacak bir olay gerçekleştirdi.

Duyduğu acı ile normalde üç kişinin zor taşıdığı 257 kiloluk bombayı yerinden tek başına kaldırdı, taşıdı, topun namlusuna sürdü ve ateşledi. Bu mermi gideceği yeri de biliyordu. Queen Elizabeth gemisinin bacasından içeri girdi ve gemi ortadan ikiye ayrılarak battı.

Burada, 257 okkalık bir mermiyi kaldırarak olağanüstülük gösteren Seyit Ali Onbaşı ile ilgili menkıbeyi Mehmet İhsan GENİŞÇAN, eserinde şöyle anlatıyor:

" Ne hikmetse bataryada tek top ayakta kalabilmiş, fakat onun da vinci kırılmış olduğundan mermileri namluya sürülemiyordu. Yüzbaşı Hilmi Bey , etrafından birilerinden yardım alabilmek düşüncesiyle bataryadan uzaklaştığı sırada Niğdeli Ali ile Koca Seyit ümitsiz ve perişan ne yapacaklarını düşünüyorlardı.

" Ulu ve yüce Allah' tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur. " duası Seyit' in ağzından nûr tanesi gibi dökülmeye başladı.

Seyit Ali, bu duayı defalarca okudu. Bu yakarış şüphesiz hiç kimseninkine benzemiyordu. Aşk ile kendinden geçmesi ve 257 okkalık top mermisini kucaklayıp omzuna alması bir oldu. Demir basamakları tam üç kez inip çıktı. Yanında bulunan Niğdeli Ali, Seyit ' in göğüs ve omuz kemiklerinin çatırtısını duyuyor, hayret ve dehşet içinde kalıyordu. Topun namlusuna sürülen üçüncü mermi savaşın kaderini böylece değiştiren olayı yaratmış ve İngilizler' e ait "Ocean" isimli zırhlı, bu merminin isabetiyle korkunç yara almıştır.

Aynı gün geç saatlerde Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa, ödül olarak Seyit' e onbaşılık rütbesini verdi. Merminin bir defada kendi huzurunda kaldırılmasını istedi. Bunun üzerine Seyit Onbaşı, Cevat Paşa' ya şu cevabı verdi:

" Ben bu mermileri kaldırırken gönlüm, Allah'ın feyziyle doldu. Ancak bu kuvvetin sırrı o anda bana Allah' ın ihsan ettiği bir vergi idi. Bu ağırlığı kaldıracak kadar bir makam varmışsam bu dua ve rıza ile olmuştur. Ancak şimdi kaldırmam mümkün değildir kumandanım

6 Ocak 2020 Pazartesi

KARAMANIN KOYUNU SONRA ÇIKAR OYUNU


Karamanoğullarıyla, Osmanlı Devletinin kıyasıya savaşa tutuştuğu yıllarda, Karaman halkı savaşlardan çok çekmiş; ezilmişler, evleri, barkları, malları çok zarar görmüş. O devrin uluları toplanıp, "Bu kardeş kavgasını tatlılığa bağlıyalım" diye kurultay kurmuşlar. Karaman Beyi ile Osmanlı Beyi'ni Konya'ya çağırmışlar, her iki tarafın şikayetini dinlemişler. Sözü tatlıya getirip, her iki beye de, bir daha savaş yapmamaları için yemin ettirmişler.

Karaman Beyi yemin ederken, elini koynunua götürerek: "Bu can burada kaldıkça, Osmanlı'yı kardeş bilip, kılıç çekmeyeceğime söz veriyorum" demiş. Fakat kurultaydan çıkan Karaman Beyi, kaftanının altından bir kuş çıkarıp salıvermiş ve "İşte can çıktı söz bitti" demiş. Karaman Bey'inin koynundan kuş çıkarıp salıvermesinden sonra bu darb-ı mesel halk arasında yayılmıştır.

1 Ocak 2020 Çarşamba

BURSA/ Karagöz ve Hacivat Efsanesi

Orhan Gazi babası Osman Bey’in anısına o dönem ki başkent Bursa’da büyük bir camii yaptırmaya karar vermiş. En iyi projeler hazırlanmış. Yörenin en iyi ustaların ve en kaliteli malzemeleri kullanılmasını emretmiş. "her kim ki inşaatın yavaşlamasına veya işlerin aksamasına sebep olursa o an kellesini vurdururum." diye de ferman buyurmuş.


İnşaat hemen başlamış tabii ki. Mimarbaşı Kambur Bali Çelebi’yi (Karagöz) demirci ustası, Halil Hacı İvaz’ı da (Hacıvat) duvar ustası olarak görevlendirmiş.Fakat Hacivat ile Karagöz hiç anlaşamaz sürekli atışırlarmış. Hacıvat ile Karagöz böyle birbirleriyle atışırlarken bütün diğer işçiler de başlarında toplanmış onların bu keyifli ve eğlenceli didişmelerini izleyip eğleniyorlarmış.İnşaattaki bütün işçi ve ustaların en büyük eğlencesi haline gelmişler zamanla. Artık ne zaman mimarbaşı inşaattan ayrılsa Hacıvat ve Karagöz birbirleriyle atışmaya başlar hale gelmişler. Diğer bütün çalışanlar da etraflarında toplanıp onları izlermiş. Onlar atıştıkça izleyiciler kendilerinden geçer ve bütün yorgunluklarını unuturlarmış.




Hacivat (Gelir.): Aman Karagöz'üm benim iki gözüm merhaba
Karagöz: Hoşgeldin suda pişmiş bal kabağı.
Hacivat: Karagöz’üm, ben sana bir şey söyleyeceğim.
Karagöz: Söyle bakalım.
Hacivat: Bilmece bilir misin?
Karagöz: Hem de nasıl…

Hacivat: Peki Karagöz’üm, bir tane sorayım.
Karagöz: Sor bakalım.

Hacivat:”Yer altında kırmızı minare.”
Karagöz: Kim bilmez onu yahu?
Hacivat: Neymiş bakalım?
Karagöz: Kırmızı minare işte.
Hacivat: Değil! Bu yenir.
Karagöz: Yenir mi? (Düşünür.) Bilemedim.
Hacivat: Efendim, havuç.
Karagöz: Sen de tokatları ye avuç avuç!
Hacivat: Dur Karagöz’üm, bir tane daha soracağım. Bilemezsen karışmam.
Karagöz: Hadi sor, bakalım.
Hacivat: “Bir ufacık fıçıcık, içi dolu turşucuk.”
Karagöz: Turşu fıçısı.
Hacivat: Değil efendim.
Karagöz: Fıçı turşusu.
Hacivat: Değil canım.
Karagöz: Lahana turşusu.
Hacivat: Değil gözüm.
Karagöz: Pırasa turşusu.
Hacivat: Değil ciğerim.
Karagöz: Turşuların turşusu.
Hacivat: Değil Karagöz’üm, değil. “Bir ufacık fıçıcık, içi dolu turşucuk”
Karagöz: Adam turşusu.
Hacivat: Bak Karagöz’üm. Benim sorduğum bilmece hastalara şifa, dertlilere deva…
Karagöz: Verin şu fakire beş on para sadaka…
Hacivat: Ne oluyor Karagöz’üm?
Karagöz: Ne olacak. Dilenci duası yapıyorsun.
Hacivat: Bir ipucu daha vereyim. Sana sorduğum bilmece sarıca, suluca.
Karagöz: Haaa, bildim! Aksaray hamamı.
Hacivat: Öyle değil efendim… “Bir ufacık fıçıcık, içi dolu turşucuk”, “limon” değil mi?
Karagöz: Bunu kim bilmez be! Şurada oturan mini mini yavrular bile bilir. Sen şimdi bilmeceyi benden dinle.
Hacivat: Benim bilmecelere karnım tok.
Karagöz: Dinle bakalım.
Hacivat: Söyle Karagöz’üm!
Karagöz: Çabuk bilme haa!
Hacivat: Canım, söyle bakalım nedir?
Karagöz: El üstünde kaydırmaca.”
Hacivat: Gayet basit: Sabun.
Karagöz: Peki,”Dil üstünde kaydırmaca.”
Hacivat: Efendim, dondurma.
Karagöz: (sinirlenir.) Ben sana çabuk bilme demedim mi?


Günlerden bir gün Padişah babası için yaptırdığı caminin inşaatını kontrole gelmiş. Fakat inşaatın istediği hızda gitmediğini görünce keyfi kaçmış ve hemen mimarbaşını çağırtmış. Padişaha olup bitenleri ve inşaatın yavaşlamasının sebeplerini anlatmış. Bunu duyan Orhan Gazi çok sinirlenmiş ve
derhal bu iki işçinin asılmasını emretmiş.”Onlar asılsın ki bu diğer bütün işçilere ders olsun” demiş.
Padişahın emri derhal yerine getirilmiş ve Hacıvat ve Karagöz çalıştıkları inşaattan apar topar alınarak asılmışlar hemencecik. Padişahın bu kararı inşaatta olduğu kadar bütün şehirde de büyük bir üzüntüyle karşılanmış. Orhan Gazi de kısa bir süre sonra hatasını anlayıp vicdan azabı duymaya ve yaptığı bu yanlışa üzülmeye başlamış.

Padişahın bu üzüntüsünü gören uleması sultanının üzüntüsünü hafifletmek için kendince bir yol bulmuş o anda. Ayağından çıkardığı çarıklarını da kukla gibi kullanarak sarığın arkasında Hacıvat ve Karagöz’ün atışmalarını taklit etmeye başlamış. Ve Karagöz ile Hacivar mum ışığının beyaz perdeye yansıması ile oluşan kukla gösterileri ile ölümsüzleşmişler.